YACHT Türkiye: Emekli büyükelçi Süha Umar’ın kaleminden “Yunuslara Özgürlük”

Yunuslar daha vapur neredeyse Konak iskelesinden ayrılmadan pruvamıza yerleşir ve Karşıyaka iskelesine yanaşıncaya kadar önümüzde yüzerlerdi. “Eğrisi doğrusuna rasgeldi!” derler ya işte tam da öyle oldu. Biz Bodrum’da, yıllardır yasalara aykırı olarak faaliyet gösteren “Dolfin Sirk Restaurant-Yunus Gösteri Merkezi”nin kapatılması için uğraşırken, Hakan (Aygün) Reis, Kiklad’larda çektiği yunus videolarını göndermez mi?

Gönderir. Bir de üstüne YACHT Türkiye’ye, bu muhteşem deniz memelileri ile ailecek yaşadıkları o unutulmaz dakikaları anlatan yazı döşenmez mi? Döşenir. (Bknz. YACHT Eylül 2019. Kikladlarda yunuslarla dans, Hakan Aygün)

“Bu mudur? Budur!” dedim içimden ve klavyenin başına oturdum. Zaten bu konuyu sevgili Yayın Yönetmeni, Dünya durdukça başımızdan eksik olmasın, Eyüp Reis’e aktarmış ve YACHT Türkiye’nin bu rezalete el atmasının doğru olacağına karar vermiştik. “Hangi rezalet?” dediğinizi duyar gibiyim. Anlatayım.

Yıllar ama epey yıllar önce, masallardaki gibi “Evvel zaman içinde. Kalbur saman içinde. Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.” diye anlatılan zamanlara yakın bir tarihlerde, İzmir Körfezi’nde, şehir hatları vapurları ile Konak’tan Karşıyaka’ya geçerken hemen koşup vapurun pruvasını görebileceğim bir yere gider ve beklemeye başlardım. Çok da beklemezdim. Yunuslar daha vapur neredeyse iskeleden ayrılmadan pruvamıza yerleşir ve Karşıyaka iskelesine yanaşıncaya kadar önümüzde yüzerlerdi. Sanki hiç hareket etmiyormuş gibi görünen ancak vapurla aynı hızda, aradaki uzaklığı hep koruyarak yüzen, arada bir nefes almak için suyun yüzüne kadar gelen bu güzel yaratıkları seyretmeye doyamazdım. Vapurla uzaklığı koruma ve hep birlikte yüzdükleri halde en küçük bir uyumsuzluk, kargaşa yaşamadan, tam bir eşgüdüm içinde sergiledikleri bu yüzme yeteneklerine hayran olup, büyük bir saygı duyarak. Yunuslar o kadar çoktu ki Narlıdere’deki baba evinin önüne karides ağı atan balıkçılar, gece iki de bir, “yunus vaaar!” diye bağırmaya başlar ve ağlara takılan karidesleri yiyen yunusları kovalamak için çeşitli şekillerde gürültü yaparlardı. Ben yattığım yerden bu bağırmaları ve gürültüleri dinler, yunuslarla karidesler arasındaki bağı bilmeden, balıkçılara kızardım. Çok ender de olsa mavzerle vurulmuş yunuslar da olurdu. Bir keresinde böyle bir yunusu denizde bulmuş ve motorlu, küçük kayığımla çekip karaya çıkararak, fotoğraflarını çekmiştim. Bir kaç gün sonra yunus bozulmaya ve etrafa kötü kokular yaymaya başladığında da babamdan işittiğim azar üzerine onu çarnaçar tekrar kayığa bağlayıp, açığa bıraktığımı da unutmuyorum.

Sonra İzmir Körfezi lağım çukuru haline geldi ve önce yunuslar gitti. Kocakafa kaplumbağalarla beraber. Ve körfez uzun yıllar, vapurların önünde onlarla yarış eden ve her zaman geçen o zarif yaratıklardan mahrum kaldı. Körfezin suları temizlenmeye başlayıncaya kadar. Son yıllarda yine görünmeye başladılar. Kocakafa kaplumbağalar da onlarla beraber. O masalsı yıllarda Körfez balık kaynardı. Sardalye trataları, karides ağları hiç boş gelmez; Gediz Nehri’nin eski ağzı, Tuzla açıkları dediğimiz bölge çipura (İzmir’de “çıpra” denir), lüfer kaynardı. Levrekler sürülerle dolaşır, batık gemilerin üstünde trança yakalanırdı. Ve kimse yunusların aslında Körfez’deki balık popülasyonunun sağlıklı olduğunun göstergesi ve böyle kalmasının güvencesi olduğunu düşünmezdi. Elleri kürek çekmekten nasır tutmuş, yüzlerinde İzmir’in ünlü imbat rüzgârının derin izlerini taşıyan, yıllanmış, bilge balıkçılar dışında.

Türkiye yargılanmaktan zor kurtuldu
Sonra bir ara işler daha da kötüye gitti. Özellikle Karadeniz’de, düşüncesizce teşvik edilen balık unu fabrikaları ve bunlara her yönteme başvurarak, küçük büyük demeden balık taşıyan balıkçılar, yunusların hamsileri yedikleri gerekçesiyle denizlerin bu güzel ve yararlı canlılarını, üstelik devletin verdiği mavzerler ve kurşunlarla vurmaya başladılar. Başladılar da hamsi artmadığı gibi daha da azaldı.

Bizzat müzakere ettiğim, 1979 tarihinde kabul edilen Avrupa Konseyi Bern Sözleşmesi’ni (1) imzalayan ve 1984 yılında onaylamış olan Türkiye, bu sözleşme ile üstlendiği, yunusları korunma yükümlülüğünü yerine getirmediği gerekçesiyle Rusya tarafından uluslararası yargıya götürülme tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Mavzerler toplandı ve yunuslar, o tarihlerde her iki yılda bir (şimdi 4 yılda bir) yayınlanan Su Ürünleri Tebliğleri ile de koruma altına alındı.

Bugün, ulusal yasalarımız ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler uyarınca yunuslar ve diğer deniz memelileri, kesin koruma altındadır. Yunusların öldürülmesi, canlı yakalanması, alıkonulması, canlı veya cansız alınıp, satılması, bir yerden bir yere nakledilmesi yasaktır. Kısaca yunuslara yan bile bakmak suçtur.

Bu konudaki yasaların ve başta Bern Sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşmelerin (CİTES [2] ve diğerleri) uygulayıcı makamı Tarım ve Orman Bakanlıklarıdır.(3)

Tam, “yunuslar kurtuldu” dediğimiz sırada, gözünü para hırsı bürümüş bazıları bu kez “yunus terapisi” gibi uyduruk bir gerekçe ile çıkıp önce Tarım Bakanlığı’ndan yunus yakalama izni aldılar. Bir yandan da Fethiye, Kaş gibi yerlerde “Yunus Parkları” kurmaya giriştiler. Başkanı olduğum Yaban Hayatı Eylem Grubu (4) olarak kıyameti koparıp, Tarım Bakanlığı’na görev ve sorumluluklarını hatırlatarak yunus yakalama iznini iptal ettirdik. Bir daha da verimedi. Bu arada Yunuslara Özgürlük Platformu ile birlikte hareket ederek Kaş ve Fethiye’deki yunus parklarının da kapatılmasını sağladık. Ama burası Türkiye! Yok öyle! Yunusların sırtından para kazanmayı aklına koymuş olan üç beş kişi yeni girişimlerde bulunmayı sürdürdüler. Bunlardan biri de Bodrum, Güvercinlikte bulunan “Dolfin Sirk Restaurant” idi.

İşte daha bu yazımın başında sözünü etiğim “rezalet”e geldik. Şimdi sıkı durun ve bir devlette neler olabiliyor, şaşkınlık içinde izlemeye hazırlanın.

Devenin neresi doğru?
Deveye sormuşlar: “Boynun neden eğri?” diye. “Nerem doğru ki?” demiş. Hikâyemizin bundan sonraki bölümüne bundan daha “cuk oturan” bir atasözü bulunamaz.

Dolfin Sirk Restaurant, adından da anlaşılacağı üzere, devekuşu gibi ne kuş ne deve bir işletmedir. Sirk mi, restoran mı, yunus gösteri merkezi mi belli değil.

Yeri, “orman içi mesire yeri.” Orman Bakanlığından kiralanmış. Ne için mi? “İçkili Lokanta” olarak. Mesire yerlerinde içkili lokanta tesisi yasalara pek uygun değil ama o kadar kusur kadı kızında da olur.

Peki içkili lokantanın girişindeki koskoca “Dolfin Park” tabelası ne oluyor?

Yukarıda yazdım. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın, ulusal yasaları ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri ihlal etmeden böyle bir işletmeye izin vermesi olanaksız. Nitekim Bakanlık kendisine yapılan başvurulara karşın, yunus parkına izin vermemiş. Ama ne yapmış? İşletmenin Ukrayna’dan yunus ve denizaslanı ithal etmesine izin vermiş!

Türkiye’nin taraf olduğu diğer bir önemli sözleşme olan CITES, bu ithale ancak “eğitim ve bilimsel araştırma” amacıyla olursa izin verilebileceğini söylüyor. Hemen, “içkili lokantada ne eğitimi, bilimsel araştırması?” diyorsunuz değil mi? Doğrusu haklısınız. Rakıdan gözleri kaymış adamlarla kadınların bence araştıracakları başka şeyler dururken yunuslar üzerine bilimsel araştırma yapacaklarını düşünmek insan zekâsına hakaret gibi. Aslında yapılan, işletmenin ithali gerçekleştirebilmek için yanıltıcı beyanda bulunmuş olması ve Tarım Bakanlığı’nın da bu kanunsuzluğa bilerek ve isteyerek göz yummuş olmasıdır.

Ancak ithal izni almak da yetmiyor tabi. Bu işletmenin lokanta olarak bile çalışabilmek için Bodrum Belediyesi’nden ruhsat alması gerekiyor. Almış mı? Almış. Ama bir küçük farkla. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan yunus parkı izni alamayan işletmeye, Bodrum’un eski Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, yalnız içkili lokanta ruhsatı vermekle kalmamış, ruhsata, “Tali faaliyet: Yunus gösteri merkezi” yazacak kadar da âlicenap davranmış! Belediye’nin böyle bir ruhsat verme yetkisi var mı? Yok.

Kocadon işletmeye böyle bir “kıyak” yaparken biz de boş durmuyorduk tabi. Yaban Hayatı Eylem Grubu adına ve Yunuslara Özgürlük Platformu ile birlikte bu ruhsatın iptali ve yunusların yurtdışına çıkarılması için ilgili bakanlıkların kapısını aşındırmaya devam ediyorduk.

Nitekim bu çabaların sonunda Gümrük Bakanlığı, yunusların ve denizaslanının Türkiye’de kalma sürelerini bir yıl daha uzattıktan sonra yeni bir uzatmayı kabul etmedi ve bu deniz memelilerinin ülke dışına çıkarılması için işletmeye tebligatta bulundu. Muğla Valiliği’ne de bu talimatının yerine getirilmesi için yazı yazdı. Ama dedim ya; burası Türkiye!

İşletme, Bakanlığın tebligatına uymadığı gibi valilik de aldığı emri yerine getirmedi.

Bu arada Ukrayna firması, yunusları iade etmediği için işletme aleyhine dava açtı.

Fantoma romanı gibi
31 Mart 2019’da Bodrum Belediye Başkanlığını Ahmet Aras kazanınca Yaban Hayatı Eylem Grubu, Yunuslara Özgürlük Platformu, Bodrum Kent Konseyi Bileşenleri ile birlikte, yeni bir imza kampanyası başlattık. Ben, Eylem Grubu Başkanı olarak Sayın Aras’ı ayrıca ziyaret ettim ve olayın bütün yönlerini anlatan bir de yazı gönderdim. Belediyenin yetkisi olmadığı halde verdiği ruhsatın suç oluşturduğunu ve iptal edilmesi gerektiğini anlattım. 29 Ağustos’ta da, birçok kurum ve kuruluşun, Peynirçiçeği Derneği Gündoğan gönüllüleri küçük çocukların bile katıldıkları bir etkinlik sırasında, yunus parkının kaldırılmasını isteyen yaklaşık 80.000 imza Sayın Aras’a teslim edildi.

Başkan Aras bu etkinlik sırasında, geçmişteki görüşmelerimiz ve kendisine yazdığım yazı ve ekindeki belgeleri hukukçularına incelettikten sonra, imzaların kendisine teslim edildiği etkinlikten iki gün önce restoran ruhsatının, “Tali faaliyet: Yunus gösteri merkezi” bölümünü iptal ettiğini açıkladı.

Başkan, ülkenin yasalarına uymuş ve Belediye’nin yetkili olmadığı bir konuda Kocadon’un yasaları ihlal ederek verdiği ruhsatı iptal etmekle suç işlemekten uzak durmuştu. Hemen sevinmeyin. Yine bitmedi. Dedim ya. Fantoma romanı gibi.

Muğla 2. İdare Mahkemesi iptal kararının alındığı gün, yangından mal kaçırır gibi, “uygulanmakla etkisi tükenecek olan idari işlem” olduğu gerekçesi ile ruhsat iptal işleminin yürütmesini durdurma kararı verdi! Yetkisiz bir kurumun verdiği ruhsatın “yok hükmünde” olduğunu; yok hükmünde olan bir ruhsatın iptalinin hiçbir olumsuz sonuç doğuramayacağını bile dikkate almadan!
Ancak hiç endişe edilmesin. Artık ok yaydan çıktı. Bugünün koşullarında bile yasaları açıkça ihlal etmeyi göze almadan hiç bir yargı organı, üstelik Türkiye’nin bir kez daha uluslararası yargı önüne çıkarılması riskini göze alıp, sonuna kadar bir usulsüz işlemin arkasında duramaz.

Bodrum yunus parkı da yakında Kaş ve Fethiye’dekiler gibi, bir daha açılmamak üzere kapanacak ve yunuslar özgülüklerine kavuşacaklar.

Ve bu, yıllar süren mücadele sırasında ortalarda görünmeyen STK’lar birden bizleri desteklediğini farkedip adının bu eylemleri yürütenler arasına yazılmasını istemez mi? İsteyenin bir yüzü kara, vermeyen zenci! Bu ülke çok eğlenceli vesselam.

Dipnotlar:
(1) Avrupa’nın Yaban Hayatını ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi.
(2) Nesli Tehlikede Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme.
(3) Bu iki bakanlık şimdi Tarım ve Orman Bakanlığı adı altında tek bir bakanlıktır.
(4) Bu grup, kurucusu ve 12 yıl başkanı olduğum, daha sonra görevini tamamladığı için kapattığımız Av ve Yaban Hayatı Koruma, Geliştirme ve Tanıtma Vakfı’nın yerini almıştır.