Yunusla Terapi: Daha Çok Yanlış Bilgi ve Daha Çok Yanlış Çıkarım

Lori Marino* ve Scott O. Lilienfeld†

* ABD Emory Üniversitesi Nörobilim ve Davranışsal Biyoloji Programı, ABD, Emory Üniversitesi Psikoloji Bölümü


Özet

Yunus Terapisi (DAT) katılımcılarına canlı tutsak yunuslarla birlikte yüzme veya etkileşime girme olanakları sağlamak suretiyle hastalıkların ve gelişimsel özürlülüklerin tedavisinde popülaritesi her geçen gün artan bir seçenektir.

Yunus Terapisine ilişkin iki incelemede (Marino ve Lilienfeld [1998] ve Humphries [2003]) bu girişimin etkinliğine ilişkin güvenilir bilimsel kanıtların olmadığı sonucuna varılmıştır.

Bu makalede, son sekiz yıl içinde yayınlanmış olan beş hakemli DAT çalışmasını inceleyerek yunus terapisinin metodolojik durumuna ilişkin bir güncelleme sunmaktayız. Yapılan beş çalışmanın da metodolojik olarak kusurlu olduğunu ve gerek dahili, gerekse yapısal geçerlilik olarak birçok yönden tehlikeler içerdiğini keşfettik.

İlk incelememizin yaklaşık on yıl ardından, yunus terapisinin geçerli bir tedavi olduğunu veya ruh halinde kısa süreli iyileşmelerden daha fazlasını yapabildiğini gösteren hiçbir kanıt kalmadığı sonucuna vardık.


Anahtar kelimeler: DAT, yunus terapisi, yunuslar, tedavi, geçerlilik

Yunus Terapisi (DAT) çocuklarda ve erişkinlerde hastalık, özürlülük ve psikopatolojilerin tedavisinde her geçen gün daha da popüler olan bir tedavi seçeneğidir (Balinaları ve Yunusları Koruma Derneği). Bu terapi genellikle tutsak yunuslarla birlikte yüzme ve etkileşim kurmayı içermektedir.  Yunus Terapisi 1970’li yıllarda resmi olarak başlamış ve ABD,Meksika, İsrail, Rusya, Japonya, Çin ve Bahamalar sadece birkaçı olmak üzere tüm dünya çapında bir çok ülkede oldukça karlı bir iş kolu haline gelmiştir.Bu terapi merkezlerinin iddiaları bilimsel olarak neredeyse hiç derinlemesine araştırılmamıştır. Dahası, 1970’lerden günümüze kadar yunus terapisine ilişkin hakemli makalelerin sayısında da önemli bir artış olmamıştır.

Ancak yunusla terapi programları çoğalmaya devam etmektedir. Sonuç olarak yunus terapisinin popülerliği yetersiz araştırma verilerine baskın çıkmaktadır.

Sekiz yıl önce David Nathanson ve meslektaşlarının yazmış oldukları iki makaleye (Nathanson ve ark.1997; Nathanson 1998) odaklanarak, o zamana ait hakemli yunus terapisi literatürüne ilişkin bir inceleme yayınladık (Marino ve Lilienfeld 1998). Bu araştırmacılar şiddetli özrü bulunan çocukların tedavisinde yunus terapisi uygulamanın etkinliğine ilişkin çok sayıda ve son derece güçlü iddialar ileri sürmekte idiler:

(1) Yunus terapisi dikkat süresini, motivasyonu ve dil becerilerini anlamlı şekilde geliştirir; (2) Yunus terapisi klasik tedavilere göre bu sonuçlara çok daha hızlı ve maliyet etkin şekilde erişilmesini sağlar ve (3) Yunus terapisi  uzun süreli olarak devam ettirilebilen pozitif tedavi etkileri meydana getirir (en az bir yıl süreyle).

Orijinal makalemizde gösterilmiş dört kaynakta (Kazdin ve Wilson 1978; Cook ve Campbell 1979; Kendall ve Norton-Ford 1982;Shaughnessy ve Zechmeister 1994) belirtilen bilimsel geçerliliğe ilişkin standart kriterleri uygulayarak bu iki çalışmanın bir metodolojik analizini ve bunlardan türetilen iddiaları sunduk.

Her iki çalışmada da, bu çalışmaların bilimsel geçerliliğini baltalayacak, birbirinden bağımsız en az 11 metodolojik eksiklik bulduk.

Dezavantajlar arasında yeterli karşılaştırma ve kontrol gruplarının yokluğu, değerlendiricilerin güvenilmez, sübjektif ve muhtemelen taraflı oluşu ve okuyucunun herhangi bir çocuğun yunus terapisinden zarar görüp görmediğinden emin olmasına olanak tanımayan analitik yöntemler yer almakta idi. Şu sonuca vardık: “Geçerlilik açısından ciddi eksikler ve yanlış verilere dayalı analitik yöntemler Nathanson ve meslektaşlarının elde ettiği bulguları yorumlanamaz kılmakta olup, vardıkları sonuçlar kesinlik ve olgunluktan uzaktır… Yunusla terapinin etkinliğine ilişkin güncel bulgular kelimenin tam anlamıyla ‘ikna edicilikten uzak’ olarak tanımlanabilir (Marino ve Lilienfeld 1998, p. 199).

İncelememizi yaptığımız sırada, yunus tedavisinin terapötik etkilerine yönelik hakemli araştırmalar olarak sadece bu iki çalışma mevcut idi. Dolayısıyla, 1998’den itibaren bu terapinin etkinliğine ilişkin herhangi bir güvenilir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.

Yunus tedavisine ilişkin daha yeni ve benzer bir kritik inceleme de beş yıl sonra Humphries tarafından (2003) yayınlanmıştır. Humphries hakemli yunus terapisi literatürüne yönelik kusursuz analizinde altı yunus terapisi çalışmasını incelemiş ve altısında da deneysel kontrollerin noksan olduğunu; geçerliliğine ilişkin önemli eksiklerin kontrol edilmediğini ve sonuçlar için alternatif açıklamalar olmadığını bulmuştur. Aşağıdaki sonuca varmıştır: “… Bu sentezde de açıklandığı üzere, mevcut araştırma bulguları yunus terapisinin özürlü küçük çocukların davranışlarının iyileştirilmesinde etkili olduğuna ilişkin iddiaları desteklememektedir. Daha spesifik olarak anlatmak gerekirse, sentezden elde edilen sonuçlar yunuslarla etkileşimden yararlanmanın çocukların öğrenmesini veya sosyal-duygusal gelişimini destekleyen diğer yöntemlerden daha etkili olduğuna ilişkin görüşü desteklememektedir.” (Humphries 2003, p. 6)

Son olarak, Brensing, Linke ve Todt (2003) yunus terapisinin ultrasonla iyileşme sağladığına ilişkin iddiayı değerlendirmişlerdir. Araştırmacılar yunusların davranışlarının insan katılımcılarla ekolokasyon kurduklarına (ve dolayısıyla ultrason yoluyla sözde “şifalı enerji verdiklerine”) ilişkin hipotezle tutarlı olup olmadığını görmek üzere iki yunus terapisi programında bulunan yunusların davranışlarına ilişkin bir gözlem çalışması yapmışlardır.

Yunusların davranışlarının bu hipotezle tutarlı olmadığı sonucuna varmışlardır ve dolayısıyla bu da yaygın ultrason tedavilerinin minimal gerekliliklerini karşılamamaktadır. Dolayısıyla, ekolokasyonun iyileştirdiğine veya yunusların bu iddiayla en küçük tutarlılık bir tutarlılık gösterecek bir şekilde insanlarla ekolokasyon kurduklarına ilişkin hiçbir bilimsel kanıt yoktur.

Bu makalede 1998’den bu yana yayınlanmış olan beş hakemli yunus terapisi çalışmasını inceleyerek yunus terapisi literatürünü güncellemekteyiz.

Hakemli makaleler yunus terapisinin etkinliğine ilişkin “en iyi” kanıtı teşkil ettiklerinden bu makalelere odaklandık. Yunus terapisinin artan popülaritesi düşünüldüğünde, yunus terapisine ilişkin güncellenmiş bir analizin gerekli olduğu kanısındayız. Humphries (2003), 1989’dan 1999’a kadar, iki tanesi halihazırda Marino ve Lilienfeld (1998) tarafından incelenmiş olan çeşitli tarihlerdeki hakemli makaleleri incelemişlerdir. Brensing, Linke ve Todt (2003) çıkardıkları sonuçlarda iki tesiste yapmış oldukları yunus terapisi çalışmalarından elde ettikleri verileri esas almışlardır ve hakemli literatürün metodolojik değerlendirmesini yapmamışlardır.

Bu makalede, 1998 yılından itibaren yayınlanmış olan beş hakemli yunus terapisi çalışmasının metodolojik geçerliliğini değerlendirerek 1998 yılındaki makalemizin kaldığı yerden devam etmekteyiz.

Yöntemler

Yunus terapisinin kullanıldığı çalışmaların açıklandığı toplam beş makaleyi inceledik. Bunlar Antonioli ve Reveley (2005), Iikura ve ark.(2001), Lukina (1999), Servais (1999), ve Webb ve Drummond’a (2001) ait makalelerdi. Çalışmalardan dördünü yürüten araştırmacılar yunus terapisi katılımcılarında davranışsal sonuçlarda iyileşme olduğunu bildirmişlerdir.

Bunlar arasında, çalışmasındaki iki deneysel gruptan sadece birinde pozitif sonuçlar aldığını bildiren Servais (1999) tek istisnadır. Servais tarafından bildirilen muğlak sonuçlar dışında (1999), negatif bulguların bildirildiği başka bir yayınlanmış çalışmaya rastlamadık.

Yunus terapisine ilişkin hakemli çalışmaları pek çok yönden araştırdık. İlk olarak Google Scholar arama motoruna “yunus destekli terapi” ve “yunus terapisi” terimlerini yazarak araştırdık.

İkinci olarak, aynı terimleri kullanarak Google’dan yunus terapisi yapan tesisleri araştırdık ve bu web sitelerinde verilen bibliyografyayı inceledik.

Üçüncü olarak, bu terimleri Mevcut İçerik veri tabanında yaptığımız bir araştırmada kullandık. Dördüncü olarak ise aşağıdaki hakemli dergilerde 1999’dan günümüze kadar yunus terapisi ile ilgili yayınlanmış olan tüm makaleler üzerinde kapsamlı bir araştırma yaptık: Anthrozoös, Society & Animals, Applied Animal Behaviour Science ve Zoo Biology. Beşinci olarak, daha sonraki ilgili çalışmalar açısından, yukarıda belirtilen kaynakların referans bölümlerini inceledik.

1998 tarihli makalemizde de olduğu gibi, her bir çalışmanın geçerliliğini dört kaynakta belirtilen(Cook ve Campbell (1979), Shadish, Cook ve Campbell(2002), Kendal ve Norton Ford (1982) ve Shaughnessy ve Zechmeister (1994) standart kriterlere göre değerlendirdik

Bu kaynaklarda deneysel araştırmalarda kaçınılması gereken, deneysel geçerliliğe ilişkin bir grup tehlike açıklanmaktadır. Geçerlilik açısından tek bir tehlikenin olması dahi çalışma bulgularının yorumlanmasını zorlaştırabilir, hatta bazı durumlarda imkansız kılabilir.

Tablo 1’de geçerlilik için bazı tehlikeler, bunların açıklamaları ve beş çalışmanın her birinde olup olmadıkları gösterilmektedir. Bu tehlikelerin büyük çoğunluğu çalışmanın metodolojik sağlamlığı anlamına gelen dahili geçerlilikle veya araştırmacı tarafından incelenen yapıların göstergeleri olarak ölçümlerin sağlamlığı anlamına gelen yapısal geçerlilikle ilişkilidir. Burada kendimizi geçerlilik açısından en ciddi tehlikelerle sınırlandırdık.

Bulgular

Tablo 1’de incelediğimiz beş çalışmadan her birinin birçok önemli geçerlilik kriterini ihlal ettiği gösterilmektedir.

Ayrıca, deneysel kontrolün yetersiz olması nedeniyle, yapısal geçerliliğe yönelik iki tehdit olarak spesifik olmayan etkiler ve yapısal karışıklık da tüm çalışmalarda mevcuttur. Geçerliliğe yönelik bu tehditlere yunus terapisi literatüründe her tarafta rastlandığından, bunları ayrı bölümlerde ele aldık ve her bir çalışmaya ilişkin daha spesifik noktalarla devam ettik.

Spesifik Olmayan Etkiler

Spesifik olmayan etkiler amaçlanan tedaviye özgü olmayan ve çok çeşitli tedavilerle ortak olan etkilerden kaynaklanan iyileşmelerdir. Bunlar amaçlanan terapötik unsurların sonuçlarından çok, tedavinin jenerik etkileridir. Spesifik olmayan etkilere ilişkin iki anlamlı alt kategori plasebo etkileri ve yenilik etkileridir.

Plasebo etkisi, katılımcının iyileşme beklentisinden kaynaklanan, çok iyi gösterilmiş ancak çok az anlaşılabilmiş bir etkidir. Yenilik etkisi ise yeni, heyecan verici bir deneyimin enerji veren ve canlandıran etkileridir.

Doğası gereği, yunusla tedavi bu iki spesifik olmayan etkiyi yaratmaya özellikle meyillidir. Dahası, spesifik olmayan etkilerin çoğunun geçici olduğu çok iyi bilinmektedir. Bu nedenle, yunus terapisine ilişkin yapılacak tüm çalışmalarda bu spesifik olmayan etkileri minimuma indirgemek üzere çok sıkı prosedürler uygulanmalı ve bu çalışmalar özellikle tedavinin uzun vadeli etkilerini değerlendirmenin yollarını kapsamalıdır.

Yunus terapisi, kısmen katılımcılara ve ailelerine son derece etkili bir uygulama olarak pazarlanması, kısmen de tedavinin doğasının katılımcılar için bilinir özellikte olması nedeniyle plasebo etkilerine açıktır.

Ayrıca, incelediğimiz çalışmaların hiçbirinde tedavi durumuna ilişkin ipuçlarını elimine ederek bu etkiyi ortadan kaldıran veya önemli oranda azaltan herhangi bir kontrol kullanılmamıştır. Yunus terapisi, bariz şekilde yeni ve heyecan verici bir deneyim olarak büyük, zeki ve karizmatik bir hayvanla yüzme ve etkileşime geçme nedeniyle yenilik etkilerine de açıktır. Yenilik etkisinin tam anlamıyla kontrolü kontrol grubunun bir başka yeni, çekici hayvana maruz kalması ve tüm bunların eşit tutulmasıdır. Bu şekilde her iki grupta da gerekli tedaviyi aldıklarına inanmaları için benzer sebepler olacak ve her iki grup da egzotik bir hayvanla etkileşim yaşamanın heyecanını deneyimleyecektir.

Tablo 1 Beş çalışmanın her birinde geçerliliğe yönelik tehlikeler

Geçerliliğe Yönelik Tehlike Açıklama Antonioli ve reveley (2005) Likura ve ark. (2001) Lukina (1999) Servais (1999) Webb ve Drummond (2001)
Yapısal Geçerlilik

Spesifik Olmayan Etkiler (Amaçlanan Tedaviye Özgü Olmayan Etkilerden Kaynaklanan İyileşmeler

Plasebo İyileşme beklentisinden kaynaklanan iyileşme x x x x x
Yenilik Amaçlanan tedaviye özgü olmayan enerji, heyecan ve coşku etkileri x x x x x
Yapısal karışıklık Prosedürün gerçekte birden fazla aktif öğe içerebileceğini dikkate almama x x x x x
Gücenmenin Neden Olduğu Demoralizasyon Aktif tedaviyi almadıklarının farkında olan katılımcılar gücenebilir ve tedavi grubuna kıyasla daha olumsuz yanıt verebilir. x
Talep Özellikleri Katılımcıların araştırma hipoteziyle ilişkili şüpheleri doğrultusunda yanıtlarını değiştirme eğilimleri x x x
Deneyi Yapan Kişinin Beklentisel Etkileri Deneyi yapan kişinin istemsiz olarak tedavi hipotezine göre bulgularda taraflı davranması x x x
Dahili Geçerlilik
Geçmiş Çalışmanın seyri sırasında amaçlanan tedavi dışında potansiyel terapötik olayların meydana gelmesi x x
Test Etme Test etmenin kendisinden kaynaklanan iyileşmeler (örneğin pratik yapmanın etkileri) x x
Gerileme Ekstrem skorların tekrar test edildiğinde daha az ekstrem olması x x
Enstrümantasyon Çalışmada farklı zamanlarda yapılan bağımlı ölçümlerde meydana gelen değişiklikler x x
Çoklu Girişim Etkisi Çalışmanın seyri boyunca amaçlanan tedavi dışında tedavilerin uygulanması x x
Olgunlaşma Doğal gelişim etkilerinden kaynaklanan, zaman içinde meydana gelen değişiklikler x x
Bilgi Verenlerin Taraflılığı Bilgi veren kişilerin umutları ve beklentileri doğrultusunda seçici olarak iyileşmeleri hatırlama eğiliminde olmaları (geriye dönük taraflılık) veya çaba  gerekçelendirme nedeniyle iyileşmenin istemeden bozulması x x

En azından yunus terapisi tedavi görmeyen kontrol grubunun yanı sıra diğer hayvan destekle terapilerle karşılaştırılmalıdır.  Eğer yunuslara karşı başka bir büyük, karizmatik hayvanla farklı etkiler tespit edilirse, yunus tedavisine özgü olası spesifik terapötik unsurların araştırılması önem kazanacaktır.Aksine, hem yunuslarla, hem de diğer hayvanla yapılan tedavilerde eşit oranda iyileşme elde edilirse; bu tüm hayvan destekli terapilerde, aslında tüm heyecan verici ve yeni özelliğe sahip terapilerde elde edilen, yunus terapisinin jenerik, geçici kendini iyi hissettirme özelliğini düşündürecektir.

Yapısal Karışıklık

Yapısal karışıklık deneysel prosedürün birden fazla aktif (etkili) öğesi olabileceğini dikkate almama durumunda ortaya çıkmaktadır. Yunus terapisinde, terapi yunuslarla etkileşimin yanı sıra suda yüzmek, suya yakın olmak, dışarıda olmak ve profesyonel görevlilerden ilgi görmek gibi tipik olarak karmaşık bir dizi öğe içermektedir. Ayrıca, hayvanın boyutu ve dokunulduğunda bıraktığı his ve hayvanla etkileşim kurmak gibi çeşitli terapötik bileşenlere ayrılabilecek, başlı başına karmaşık bir uyarandır.

İncelemiş olduğumuz yunus terapisi çalışmalarının hiçbirinde bu olasılıklar yeterince kontrol edilmediğinden, bunların tümü yapısal karışıklıklara meyillidir.

Psikoterapi literatüründe, yapısal karışıklık tipik olarak farklı tedavi bileşenlerinin potansiyel etkilerini içeren farklı deneysel koşullar yaratarak bu etkileri birbirinden ayıran çalışmalarla çürütülmektedir (Kazdin 1994). Her ne kadar burada tek bir ideal DAT kontrolü olduğunu ileri sürmesek de, hiçbir DAT çalışmasına en azından minimum düzede etkili bir çürütme stratejisi için gerekli olacak kadar çok sayıda alt kontrol grubu dahil edilmemiştir.

Antonioli and Reveley (2005)

Antonioli ve Reveley (2005) Honduras’tabir tesiste tutsak halde bulunan yunuslarla birlikte yüzmenin ve etkileşimin depresyon ve anksiyete skalası skorlarını düşürüp düşürmediğini göstermek üzere bir tek kör, randomize kontrollü çalışma yapmışlardır.

Toplam kişi sayısı ICD-10 ölçeğine göre (Uluslararası Hastalık Sınıflandırması, 10. baskı) hafif ila orta dereceli depresyon skorlarına sahip ve ayrıca herhangi bir ilaç almaksızın başlangıçtan dört hafta sonra Hamilton depresyon skorları da en az 11 olan 30 kadın ve erkektir.

Deneysel grup (hayvanlarla terapi gören) suda yunuslarla beraber oynayan, yüzen ve hayvanlarla ilgilenen 13 katılımcıdan meydana gelmektedir. Kontrol grubu ise (outdoor doğa programı)  bir mercan resifinde yüzen ve dalan ve deneysel gruptakilerle benzer ancak yunussuz deneyim yaşayan 12 katılımcıdan meydana gelmektedir. Her iki program da iki hafta süreyle Pazartesiden cumaya kadar günde bir saat olacak şekilde eş zamanlı olarak yürütülmüştür.

Araştırmacılar Hamilton Derecelendirme Ölçeği ve Beck Depresyon Envanteri ile depresyonun tedavi öncesi ve sonrası derecesini ölçmüşler ve anksiyeteyi de Zung Kendi Kendine Derecelendirmeli Anksiyete Ölçeğiyle ölçmüşlerdir. Araştırmacılar depresyon skorlarında kontrol grubuna kıyasla deneysel grupta anlamlı şekilde daha iyi iyileşmeler tespit etmişlerdir. Ayrıca anksiyete skorlarında herhangi bir fark bulamamışlardır (her ne kadar araştırmacılar istatistiksel anlamlılığın olmamasının sadece bir denek alt grubunun tedavi öncesinde klinik olarak anksiyöz olmasından kaynaklandığını düşünseler de). Yunus terapisinin hafif ila orta dereceli depresyon tedavisinde “su” terapisine kıyasla daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak bu sonucun bazı eksik yönleri vardır.

Öncelikle, araştırmacılar çalışmalarını sınırlandıran unsurlardan birinin katılımcıların tedaviye kör olmaması olduğunu kabul etmektedir. Dolayısıyla, talep özellikleri katılımcıların yanıtlarını etkilemiş olabilir.

Araştırmacılar katılımcılara bir klinik girişimden çok bir araştırma çalışmasında olduklarını ve dolayısıyla herhangi bir iyileşme beklememeleri gerektiğini vurgulayarak potansiyel talep özelliklerine karşı koruma sağlamaya çalışmışlardır. Yine de katılımcıların bu bilgiye rağmen çalışmanın gerçek özelliğini fark edip etmedikleri bilinmemektedir.

İkinci önemli dezavanaj ise kontrol koşulunun bu araştırmada yunusun temsil ettiği herhangi bir karizmatik hayvanla etkileşim içinde olmanın potansiyel etkilerine karşılık gelmemesidir. Deneysel grup yunuslarla yüzmüş, öte yandan kontrol grubu başka bir analog hayvanla etkileşime girmemiştir. 243

Marino ve Lilienfeld

Kontrol grubundaki katılımcılar bir mercan resifinin yakınlarında yüzmüş ve deney personeli ile etkileşim kurmuştur. Ancak, yunuslar için bariz bir uyaran kontrol görevi görebilecek başka büyük, hareketli hayvanlarla belirgin bir etkileşim olmamıştır.

Tam anlamıyla bir kontrol grubunun olmaması nedeniyle, katılımcılarda elde edilen sonuçlar plasebo ve yenlik etkileri de dahil olmak üzere spesifik olmayan etkilerden kaynaklanıyor olabilir. Dolayısıyla araştırmacıların yunus terapisinin etkin olduğuna ilişkin yargıları prematüre bir yargıdır.

Bu çalışmada geçerliliğe yönelik üçüncü potansiyel tehlike de bilgi taraflılığıdır. Araştırmacılar depresyona ilişkin kişisel bildirimleri esas aldıklarından, tedaviye kör olmayan katılımcılar beklentileri, umutları ve hatta çabanın gerekçelendirilmesi (yani kişinin bir tedaviye harcadığı zamanın, enerjinin ve paranın haklı olduğuna yönelik psikolojik inanma ihtiyacı) neticesinde iyileşmenin gerçekleştiğini selektif olarak hatırlayabilirler.

Dördüncü olarak, araştırmacılar tedavi sonrası derecelendirilmesi ile ilişkili olarak bir izlem çalışması yapmadıklarını kabul etmektedirler.

Dolayısıyla, buradan çıkarılabilecek tek makul sonuç kontrol ve deney grupları arasında tedaviden hemen sonra farklılık olduğudur (hatta yukarıdaki dezavantajlar düşünüldüğünde bu sonuçlar bile şüphelidir). Bu farklılığın tedavi sonrası değerlendirmenin ardından bir gün sonra dahi olup olmadığı, ayrıca katılımcılardan herhangi birinin kötüleşip kötüleşmediği bilinmemektedir.

Bu izlem eksikliği bulguları yeni veya kısa süreli etkilere karşı şüpheli kıldığı için önemli bir dezavantajdır. Bu noktayla ilişkili olarak, araştırmacılar depresyonun sadece iki haftalık yunus tedavisiyle iyileşme gösterdiğini, normal tedavi ile en az dört hafta gerektiğini iddia ederek yunus terapisinin klasik ilaç tedavisine veya psikoterapiye kıyasla yararlı olduğunu ileri sürmektedirler. Ancak araştırmacılar uzun süreli tedavilerin daha uzun süreli etkiler meydana getirdiğini belirtmeyi ihmal etmişlerdir.

Aksine, araştırmacılar yunus terapisinin tedavinin hemen sonrasının ötesinde de bir etki meydana getirdiğine ilişkin bir kanıt sunamamışlardır.

Son olarak, Shadish, Cook ve Campbell (2002) bir kontrol grubunun üyeleri daha az arzu edilen bir tedavi aldıklarını veya tedavi almadıklarını öğrendiklerinde meydana gelen ve gücenmeden kaynaklı demoralizasyon olarak bilinen bir yapısal tehlikeden de bahsetmektedirler. Bu olumsuz duygular kişilerin yanıtlarını etkileyebilmektedir. Gücenmeden kaynaklı demoralizasyon tedavinin etkili olduğuna yönelik yanlış bir görünüm meydana getiren negatif kontrol grubu sonuçlarından sorumlu olan faktördür.

Antonioli ve Reveley bu olasılığın farkında görünmektedirler ve kontrol grubunun da tedavinin sonunda yunuslarla yüzmesine izin vererek bu etkiyi en aza indirgemeye çalışmışlardır. Ancak, kontrol grubuna sadece son değerlendirmeden sonra yunuslarla birlikte yüzme izni verildiği için, gücenmeden kaynaklı demoralizasyon ihtimali tamamen ortadan kalkmamıştır.

Likura ve ark. (2001) yunusların varlığının atopik dermatit için verilen deniz suyu terapisinin etkisini artırıp artırmadığını araştırmışlardır. Atopik dermatit rahatsızlığı olan otuz altı hastaya altı gün süreyle yunuslarla birlikte deniz suyu terapisi (plajda denizde yüzme) uygulanmış,  27 hasta ise deniz suyu terapisini altı gün boyunca yunuslar olmadan almıştır.

Deniz suyu terapisi, hastaların durumu, yunuslara maruz kalma şekli veya çalışmanın başka bir metodolokil bileşenine ilişkin ayrıntı verilmemiştir. Ancak, araştırmacılar atopik dermatit parametrelerinin tümünün her iki grupta da iyileştiği ve daha da önemlisi, yunus grubunda yunussuz gruba kıyasla deniz suyu terapisinde daha az stres ve ağrı hissedildiği sonucuna ulaşmışlardır. Ayrıca, araştırmacılar hastaların yunuslarla yüzmekten hoşlandıklarını da belirtmişlerdir. Yunusların terapi sırasında ağrının hafifletilmesinde çok yararlı olduğu sonucuna varmışlardır (s. 390).

Çalışmanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin araştırmadaki bilgilerde bulunan belirgin noksanlık dikkate alındığında, Likura ve ark. tarafından yapılan çalışmanın metodolojisinin ve elde edilen sonuçların değerlendirilmesi güçtür. Dahası, araştırmacıların vardıkları sonuçlar da belirsiz ve subjektiftir.

Uygun metodolojinin olmaması nedeniyle, Likura ve ark. tarafından yapılan çalışmanın tamamen yorumlanamaz olduğu ve yunus terapisinin etkinliğine ilişkin güvenilir herhangi bir destek içermediği sonucuna varılabilir.  Dolayısıyla ,tespit edilebildiği kadarıyla, Tablo 1’de açıklanan geçerliliğe yönelik tehditlerin çoğu Likura ve ark. tarafından yapılan çalışma için geçerlidir.

Lukina (1999)

Lukina (1999) sağlıklı çocuklarda yunusla terapinin “psikonörolojik” fonksiyonlar üzerindeki etkilerini tespit etmek üzere bir tekli grup test öncesi-test sonrası tasarımından yararlanmıştır. Katılımcılar 30’u infantil nevroz, 25’i zeka geriliği ve 35’i diğer belirtilmemiş hastalıkları olan çocuklar olmak üzere 57 sağlıklı kişidir. Çocukların tümü 5 ila 20 seansta 10-15 dakika süreyle tutsak yunuslarla yüzmüş ve etkileşim kurmuştur.

Her ne kadar Lukina çocuklara bu seanslarda bir dizi psikolojik görev verildiğini belirtmiş olsa da, bu görevlerin neler olduğunu açıklamamıştır. Benzer şekilde, her ne kadar sonuç ölçümlerinin pek çok testi ve gözlemi kapsadığını belirtse de, bunların hiçbiri yeterince ayrıntılı olarak açıklanmamıştır.

Dolayısıyla, Tablo 12’de belirtilen geçerlilik tehditlerinin çoğunun göz ardı edilmesi mümkün değildir.

Lukina (1999) yunus maruziyetinin ardından tüm gruplarda kardiyak ritimlerde değişkenlikte artış olduğunu bildirmiştir ve bunun yunuslarla temas sırasında psikoemosyonel baskın öğelerin tekrar dağıtımını doğruladığını, bunun da rehabilitasyon ölçümleri ve psikoterapi için olasılıklar doğurduğunu iddia etmiştir, (p. 678), ancak araştırmacının psikoemosyonel baskın öğelerden neyi kastettiği veya bunların kardiyak ritimlerle ne şekilde ilişkili olduğu açık değildir. Ayrıca, araştırmacı yunus terapisi seanslarının ardından, ebeveynler ve tesis çalışanlarının nezaket ve oto kontrol gibi yeni bireysel özelliklerin ortaya çıktığını gözlemlediklerini iddia etmiştir.

Ancak, bu gözlemler subjektif ve niceliksizdir. Ayrıca,  Lukina infantil nevroz grubunda görülen depresyon, gece fobileri, histeri ve enürezi gibi hastalık belirtilerinin çoğunun azaldığını ve tüm çocukların yunus terapilerine pozitif yanıt verdiklerini iddia etmektedir.

Ne var ki, bu iddia edilen sonuçları destekleyecek herhangi bir veri veya değerlendirme araçlarına ilişkin hiçbir açıklama yapmamaktadır.

Son olarak, psikoterapi tedavi sisteminin bir parçası olduğundan, katılımcıların kaydettikleri ilerlemelerin yunus öğesi dışındaki girişimlerden kaynaklanıyor olması  mümkündür; dolayısıyla çoklu müdahale girişimini geçerlilik için potansiyel bir tehlike kılmaktadır.

Bu eksiklerin yanı sıra, Lukina çalışmasının pivotal zayıflığı yunuslarla birlikte yüzmemiş olan çocuklardan meydana gelen bir kontrol grubunun olmamasıdır. Dolayısıyla, çalışma temel deneysel tasarım için gerekli minimum kriterleri karşılamamaktadır. Tek başına bu eksiklik dahi, diğer geçerlilik tehditleri olmaksızın Lukina çalışmasını zor yorumlanabilir kılmaktadır. Her ne kadar nedensel sonuçlara varmak için sofistike, tek denekli tasarımlar olsa da, basit A-B tasarımları dahili geçerlilik açısından ekseriyetle sınırlı kalmaktadır (Shadish, Cook ve Campbell 2002).

Servais (1999)

Bu çalışmanın tasarımı sırasıyla 16 ve 14 ay süren iki deneyi içermektedir. İlk deneye her birinde 3 otistik çocuk olan üç grup dahil edilmiştir. Yunus grubuna bir yandan bir yunusla ve karadaki bir eğitmenle etkileşim kurarken bir zihinsel görevi yerine getirmeleri öğretilmiştir.  İki kontrol grubu kendi bulundukları ortamda aynı zihinsel görevin öğretildiği bir sınıf grubu ve bir bilgisayar grubudur.

İkinci deneysel grup ise bir yunus grubu ve bir sınıf grubundan oluşmaktadır. Servais katılımcıların kesin yaşlarını belirtmemiş ancak gelişimsel yaşın 1-3 olduğunu bildirmiştir. Tüm seanslar bireysel olarak gerçekleştirilmiş ve 15-20 dakika sürmüştür. Yunus ve bilgisayar gruplarına yeni ortama alışmaları için 10-35 dakikalık alışkanlık seansları uygulanmıştır ve çalışmanın bir sonraki fazına geçmeden önce belli basit görevleri yerine getirmeleri istenmiştir.

Tüm gruplara terapi öncesi testleri uygulanmış, ardından diğer bilişsel görevlerin ve sonrasında testlerin uygulandığı “öğrenim seansları” yapılmıştır.

Test öncesi ve test sonrası uygulamalarının gruplar arasında veya dahilinde aynı olup olmadığı bilinmemektedir.

Dolayısıyla enstrümantasyon etkileri (çalışmada farklı zamanlarda yapılan ölçümlere bağlı değişiklik etkileri) mevcut olabilir. Test sonrası performansın yanı sıra, diğer sonuç ölçümü de araştırmacı tarafından videoya alınan gözlemlerin baz alındığı dikkat derecesidir. Davranışsal sonuçları kodlayabilecek tek kişi araştırmacı olduğundan, deneyi yapan kişinin beklentisinin bulguları etkilemiş olması mümkündür.

Servais (1999) ilk yunus grubunun diğerlerine kıyasla görevleri daha iyi öğrendiği sonucuna varmış ancak gruplar arasında başka bir farklılık bildirmemiştir. Servais elde edilen pozitif sonuçların deneyi yapan kişilerle çocuklar arasındaki duygusal etkileşimden kaynaklandığı ve daha iyi tasarlanmış çalışmaların hayvan etkisini ortadan kaldıracağı sonucuna varmıştır.

Servais’in elde ettiği bulgularına ve yunus tedavisinin etkilerine ilişkin gerekli tedbirlerine rağmen, geçerlilik için birçok tehlikenin olduğu da belirtilmelidir. Deney yapan kişinin beklentilerinin ve olası enstrümantasyon etkilerinin yanı sıra, talep özelliklerinin de göz ardı edilmesi mümkün değildir. Ayrıca, araştırmacının yunusların iyileşmede diğer tedavi öğeleri kadar önemli olmayabileceğini ilişkin yaptığı çıkarım da, yunus terapisinin yanı sıra tedavi prosedürünün diğer yönlerinin (örneğin dışarıda yüzmek gibi) bildirilen etkilerin nedeni olduğuna işaret etmektedir.

Webb ve Drummond (2001)

Webb ve Drummond (2001) yunuslarla birlikte yüzmenin psikolojik etkilerini Avusturya’da bir deniz parkında araştırmışlardır.  Katılımcılar bilinen veya en azından ölçülen bir psikopatolojisi olmayan, ergenlik döneminde, çeşitli yaşlardan erkek ve kızlardan meydana gelmektedir. Ödemeli katılımcılar olup altı ay kadar bir liste için sıra beklemişlerdir. Sağlık çalışmasında deneysel grup 25 ila 30 dakika süre ile dörtlü gruplar halinde, dört yunusla birlikte yüzen 74 kadın ve 25 erkekten oluşmaktadır. Kontrol grubu ise deniz parkına bitişik bir plajda yunuslar olmadan yüzen 14 kadın ve 15 erkekten oluşmaktadır.  Her iki grup da tedavi öncesinde ve sonrasında kendilerini ne kadar iyi hissettiklerini bildirmişlerdir. Anksiyete çalışmasında, bir plaj tatil köyünde 20 ila 30 dakika süreyle yabani yunuslarla birlikte yüzen 12 kadın ve 7 erkeğe ait, kişilerin kendi kendilerini değerlendirerek verdikleri anksiyete skorları  alınmıştır.  Kontrol grubu ise aynı plajda yunuslar gittikten sonra yüzen 12 kadın ve 8 erkekten meydana gelmektedir.

Bu çalışmada, katılımcılar yüzmeden hemen önce ve sonra kendilerini ne oranda iyi hissettiklerine yönelik algılarını incelemek üzere kendi kendilerine bir anket doldurmuşlardır. Psikolojik olarak kendini iyi hissetme her bir katılımcının kendisini ne kadar pozitif hisettiği şeklinde tanımlanmaktadır. Fizyolojik olarak kendini iyi hissetme ise katılımcının kendisini ne kadar enerjik hisettiği olarak tanımlanmaktadır.

Katılımcılar anketteki her bir soru için bu hissettiklerini 12den 100’e kadar bir ölçekle değerlendirmişlerdir.  Anksiyete çalışmasında, katılımcılar Durumluk-Sürekli Kaygı Envanterinin “durumluk” kısmını yüzmeden hemen önce ve sonra doldurmuşlardır. Webb ve Drummond bu çalışmada, tedavi öncesinde deneysel grubun kontrol grubuna kıyasla kendini anlamlı şekilde daha iyi derecelendirdiğini bildirmişlerdir. Bu bulgu muhtemelen deneysel grupta yunuslarla birlikte yüzmeye yönelik pozitif beklentiden kaynaklanmaktadır.

Her iki grubun da kendini iyi hissetme dereceleri tedavi sonrasında artmış olmakla birlikte, kontrol grubuna kıyasla deneysel grupta bu oranlar çok daha fazladır.

Ancak, araştırmacılar bir kovaryans analizinin ardından, yüzmeden sonra devam eden farklılıkların gruplar arasında tedavi öncesindeki farklılıktan kaynaklandığını tespit etmişlerdir. Dolayısıyla yunuslarla yüzmenin kendini iyi hissetme üzerinde anlamlı şekilde bir etkisi yoktur.

Anksiyete çalışmasında, deney ve kontrol grubu arasında tedavi öncesinde anlamlı bir farklılık yoktur. Araştırmacılar deneysel grupta anksiyete bildirimlerinde anlamlı bir düşüşe rastlamış ancak bunu kontrol grubunda görmemişlerdir. Bu bulgulardan, Webb ve Drummond yeni ve heyecan verici bir deneyime ilişkin beklentinin ve yüzme eyleminin kendisinin kişinin kendisini iyi hissetmesini sağladığı sonucuna varmışlardır. Bunun yanı sıra, özellikle yunuslarla birlikte yüzmenin anksiyeteyi de azalttığı sonucuna varmışlardır.

Yapılan iki çalışmadan sadece anksiyete çalışmasının deney ve kontrol grubu arasında anlamlı farklılık göstermesi nedeniyle, burada anksiyete çalışmasına odaklanmaktayız. Ancak, anksiyete çalışmasındaki tüm tehditler bu çalışma için de geçerlidir. Anksiyete çalışmasında, katılımcılar bir vizit sırasında yabani yunuslarla birlikte okyanusta yüzmüşlerdir. Yunuslarla yüzmeden önce, katılımcılara yunusların tesiste günlük olarak görüldükleri söylenmiştir. Dolayısıyla, katılımcıların kendileri gibi yunus görme beklentisi içinde olan diğer insanlarla birlikte bir yunusla birlikte yüzme beklentisi içine girmeleri sağlanmıştır. Kontrol grubu yunuslar gittikten sonra aynı bölgede yüzmüş ve genellikle yunusların gitmiş oldukları sırada yüzdükleri için yunus görme beklentisi içine girmemişlerdir.

Yine de, deneysel ve kontrol grupları arasındaki karşılaştırmalarda birçok sorun meydana gelmiştir. Araştırmacılar yunusların geçişi sırasında suya girilmesine izin verilen kişi sayısında bir sınırlandırma olmadığını belirtmişlerdir. Plajda yunuslarla yüzmek üzere bekleyen gruplar olduğunu bildirdikleri düşünüldüğünde, kesin olmasa da, suda deneysel gruba eşlik eden katılımcı sayısının kontrol grubuna kıyasla daha fazla olması makul görünmektedir. Ayrıca, bu boyutta deney ve kontrol grubunu daha kıyaslanabilir yapmak için görünür herhangi bir çaba da harcanmamıştır.

Dolayısıyla, deneysel koşuldaki azalan anksiyete daha fazla sayıda insanla etkileşim kurmaktan kaynaklanıyor olabilir.

Bunun yanı sıra, eğer tüm katılımcılar yunusların geçişi sırasında birlikte yüzüyor olsa idi, bu durumda yunusları görmeye eşlik eden pozitif duyguların sağladığı duygu bulaşmasını yaşayacaklardır. Bu da bu durumdaki “terapötik ajanın” diğer mutlu ve heyecanlı insanlarla birlikte yüzmüş olmak olabileceğini düşündürmektedir. Bildirilen etkilerin sadece yunuslarla doğrudan ilişkisi yoktur. Araştırmacılar bu faktörü kontrol etmediklerinden (en azından böyle bir kontrol yaptıklarına ilişkin bir bulgu olmadığından), deneysel gruptaki anksiyetede meydana gelen anlamlı azalmanın yunuslardan kaynaklandığı sonucuna varamayız. Ayrıca, araştırmacılar katılımcıların yunuslarla ne şekilde etkileşim kurduklarına ve hatta doğrudan bir yunusla etkileşim kurup kurmadıklarına ilişkin dahi herhangi bir bilgi vermemişlerdir.

Bu bilgi verilmemiş olduğundan, deneysel grubun tam olarak nasıl bir “tedaviye” maruz kaldığının tespit edilmesi mümkün değildir.

Antonioli ve Reveley’in (2005) çalışmasında da olduğu gibi, katılımcılar bu duruma kör değildir ve anksiyete düzeylerini kendilerinin bildirmesi istenmiştir. Sonuç olarak, talep özelliklerinin de, bilgi yanlılığının da tamamen göz ardı edilmesi mümkün değildir. Yerel bir deniz parkına ziyarete gelen katılımcılar bir yunusla yüzme deneyimi için para ödeyen müşteriler olduğu için; dahası bazıları bu şansı altı aydır bekliyor olduğundan, çabaların gerekçelendirilmesine ilişkin bilgi yanlılığı önemli rol oynamış olabilir.

Katılım şansı için kontrol grubuna kıyasla deney grubundaki katılımcılar daha uzun süre beklemişlerse, bu durumda çaba gerekçelendirmeden kaynaklanan yanlılık da mümkündür.

Sonuçlar ve Özet

Özetle, incelemiş olduğumuz beş çalışmada geçerliliğe yönelik ciddi tehditlerin bulunması en iyi ihtimalle bunlardan elde edilen sonuçları şüpheli kılmakta ve en kötü ihtimalle ise tamamen güvensiz kılmaktadır.

Tüm çalışmalar plasebo ve yenilik etkileri de dahil olmak üzere spesifik olmayan etkilere ve yapısal karışıklığa açıktır. Bunun yanı sıra, çalışmaların her biri sonuçları şüpheli kılacak şekilde birçok başka metodolojik zayıflıklar da içermektedir.

Ancak, bu beş çalışma  metodolojik rigor açısından önemli oranda farklıdır. İncelenen çalışmalardan Antonioli ve Reveley (2005)  diğer çalışmalara kıyasla daha fazla potansiyel karışıklığa yönelik kontrol içerdiğinden, metodolojik olarak en güçlü çalışmadır.

Bu çalışma katılımcıların koşullara randomize olarak atanması, sonuçların tedavi öncesi ve sonrası kör derecelendirilmesi, talep özelliklerini azaltmaya yönelik prosedürler, standart valide araçların kullanımı (Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri, ve Zung Kişisel Değerlendirmeli Anksiyete Ölçeği) ve uygun istatistiksel testlerin yapılması gibi bir çok değerli metodolojik özelliği yerine getirmektedir. Bu açıdan, Antonioli ve Reveley’nin  çalılması metodolojik açıdan açık bir şekilde Nathanson ve ark. (1997) ve Nathanson (1998) çalışmalarından üstündür. Ancak Antonioli ve Reveley’nin bu kayda değer çabaları dahi gücenme kaynaklı demoralizasyon ve bilgi yanlılığı gibi önemli geçerlilik tehlikelerinin veya halihazırda mevcut olan spesifik olmayan etki ve yapısal karışıklığın varlığını ortadan kaldırmamaktadır.

Dolayısıyla Antonioli ve Reveley (2005) yunus terapisinin etkinliğiyle ilgili olarak geçerli bir test sunamamaktadırlar ve metodolojik kalitenin minimal standartlarını karşılayabilmek için yunus terapisine ilişkin literatürün ne kadar geliştirilmesi gerektiğini hatırlatmaktadırlar.

Kalan dört çalışmadan hiçbiri Antonioli ve Reveley’in çalışmasının metodolojik kalitesine yaklaşmamıştır. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu deneysel koşula kör olan derecelendiricilerin dahil edilmesi ile potansiyel deney yapan kişi beklentisinin olumsuz etkisine maruz kalmıştır. Bunların yanı sıra, bu çalışmalarda temel yöntem ve prosedürlere ilişkin bildirilen verilerin eksikliğinin yanı sıra diğer geçerlilik tehlikeleri de mevcuttur (örn. Geçmiş, olgunlaşma, test, gerileme) dahası, çalışmaların hiç biri bildirilen kısa süreli iyileşmelerin bir izlem değerlendirmesini içermemektedir.

En sorunlu olan noktalar yapısal karılşıklık ve spesifik olmayan etkilerdir (plasebo ve yenilik etkileri dahil), bunların her ikisi de yunus terapisi literatüründe eş zamanlı olarak mevcuttur. Beş çalışmadan hiçbirinde bu iki geçerlilik tehlikesi için yeterli kontrol yapılmamıştır.  Yapısal karışıklığın en aza indirgenmesi veya elimine edilmesi hem deney, hem de kontrol grubunun tedaviler arasındaki tek farklı öğe olarak bir temel içerikle -bu durumda yunuslar- aynı veya en azından yüksek oranda benzer prosedürlere ve uyaranlara maruz bırakılması gerekmektedir.

Katılımcıların tedavi durumlarını değerlendirmelerine ilişkin herhangi bir bilgiye sahip olmadıkları bir kör çalışma ile plasebo etkisi minimum düzeye indirgenebilir veya kontrol edilebilir. Yenilik etkileri, olabildiğince değişkeni mümkün olduğunca eşit tutarken, kontrol grubunu da bir başka yeni, çekici hayvanla etkileşime sokarak (örneğin atlar, köpekler veya bir başka deniz memelisi) kontrol edilebilir. Böylece, yunus terapisinin çeşitli alternatif tedavi şekilleriyle elde edilemeyen spesifik etkinliğe sahip olduğu çıkarımını yapmadan önce, araştırmacıların aynı sonuçların aynı prosedürlerde kullanılan bir başka büyük, karizmatik ve çekici hayvanla elde edilemediğine ilişkin yeterli kanıtlar sunmaları gerekmektedir. Eğer gerekli testler yapılır ve kontrol ve tedavi gruplarının eşit oranda iyileştikleri gözlenirse, burada yunus terapisinde olduğu gibi yunuslarla ilişkili olarak özel veya gerekli bir durum olmadığı sonucuna varılacaktır. Yunus terapisi alan grup kontrol grubuna göre daha fazla iyileşme kaydederse, her ne kadar erişilebilirlik, harcama ve riske yönelik pragmatik sorunlar halen mevcut olsa da, bu durumda yunus terapisinin potansiyel olarak terapötik açıdan enteresan bir uygulama olduğu düşünülebilir.

Ancak, bugüne kadar hiçbir çalışmada bu sorunlar ele alınmamış ve yunus terapisi uygun bir kontrol grubu ile kıyaslanmamıştır. Hiç kimse, benzer bir çalışma içinde aynı prosedürlere maruz kalmamıştır.

Yunusların pek çok insan için son derece çekici ve enteresan hayvanlar oldukları dikkate alındığında, yenilik etkilerinin olasılığı ortaya çıkarak yunus terapisi literatüründe sorunlar meydana getirmektedir. En endişe verici konu ise yunus terapisinden uzun süreli iyileşme edildiğine dair bulguların şüpheli şekilde mevcut olmayışıdır. Yunus terapisinin genel halka yönelik kapsamlı promosyonlarına rağmen, herhangi bir psikolojik bozukluğun temel semptomlarında uzun süreli sonuçlar meydana getirdiğine dair bulgu yoktur. Occam’ın içinde bulunduğu zor durum yüksek oranda pozitif ve heyecan verici bir deneyimin geçici bir “iyi hissetme etkisine” neden olmasından dolayı yunus terapisinden elde edilen yararların yorumlanmasında çok dikkatli olunması gerektiğine işaret etmektedir. Bu perspektiften bakıldığında, yunus terapisinin geçerli bir tedavi olduğuna ya da eğlenceden çok fazlasını sunduğuna inanmak için herhangi bir neden yoktur.

Uzun süreli etkilere yönelik bilimsel kanıtların şaşırtıcı şekilde noksan olması yunus terapsinin yaygın şekilde kullanılması ve yapılan promosyonlarla ilgili olarak oldukça derin etik soruları da beraberinde getirmektedir.

Yunus terapisi programlarına katılanlarda meydana gelen yaralanmalara ilişkin çok sayıda veri mevcuttur ((Frohoff ve Packard 1995; Samuel ve Spradlin 1995; Webster, Neil ve Madden 1998). Ayrıca, insanlar ve yunuslar arasındaki etkileşim hem insanlar hem de yunuslar için ciddi enfeksiyon ve parazit riski de taşımaktadır. (Geraci ve Ridgway1991). Dolayısıyla, yunus terapisi insan ve tutsak yunusların yaşam kalitesi açısından çok önemli etik soruları beraberinde getirmektedir.

En azından, yunus terapisini uygulayan kişilerin ebeveynleri ve uygun olan durumlarda katılımcıları yunus terapisinin psikolojik semptomlar üzerinde uzun süreli etkisine ilişkin bir kanıt olmadığı yönünde bilgilendirmesi gerektiği kanısındayız. Ancak bu şekilde yunus terapisinin alıcıları bu asılsız girişimin maliyet ve yararlarına ilişkin yeterli bilgi sahibi olarak karar alabileceklerdir.

Kaynak: Dolphin-Assisted Therapy: More Flawed Data and More Flawed Conclusions

Çeviri: Ayşegül Seç